En son konular
Arama
Kasım 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | ||||
4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 |
11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 |
18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 |
25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 |
ferdi tayfur
1 sayfadaki 1 sayfası
ferdi tayfur
1945 Yılında Adana'nın Hürriyet Mahallesi 381. sokakta Nezihe ablanın tek gözlü kerpiç evinde dünyaya geldim. Benden önce Tayfur isimli kardeşim varmış ve altı yaşından zehirli sıtma hastalığından kurtulamayarak ölmüş. Şimdi 4 kardeşiz. İkisi kız İkisi erkek. Benden büyük bir ağabeyim var adı Sermet. Küçüklerim ise Nafia ve Nerime, Annemin adı Şerife, babamın adı ise, Beyköylü Cumali
Sonradan annem anlatmıştı. Eğer ağabeyim Tayfur ölmeseymiş, belki de ben şimdi dünyada olmayacakmışım. Öylesine yoksul bir durumdaymış ki ailem o yıllar, beni doğurmak istememiş annem. Aldırmayı kafasına koymuş. Ama babam kendini içkiye vermiş oğlunun ölümü nedeniyle. Ve anam da o ızdırapla beni karnında unutmuş. Zorunlu olarak doğduğum zamanda, ölen oğullarının adının önüne bir Ferdi eklenmiş, şimdiki kimliğime kavuşmuşum.
Altı yaşındayken babamı kaybettim. 29 yaşındaki ''Beyköylü Cumali '' beni, 3 kardeşimi ve annemi terk edip göçtü bu dünyadan. Şimdi hayal meyal anımsıyorum babamı. Ve hiç aklımdan çıkmıyor o dev yapılı efsane kahramanı babam. Özlüyorum ve sık sık rahmetli annemden, henüz tanıyamadığım babamın öyküsünü dinlemek istiyorum. Ama ilk sözcüklerle birlikte ağlamaya başlıyor. Sonra pişman oluyorum annemi üzdüğüm için. ''Dur anlatma anam ağlama söz bir daha babamı sormayacağım sana'' diyorum. Bir yandan hıçkırıklara boğulan anam, yinede susmak bilmiyor ve kesik kesik cümlelerle başlıyor ''Beyköylü Cumali'nin'' öyküsünü dile getirmeye: ''Baban toprağı olmayan, cebinde beş parasız bir köylüydü. Birbirimizi delicesine severek evlendik. Hapisten henüz çıkmıştı. Bir düğün gecesinde göz göze geldik ve beni istetti. O denli mert bir insandı ki, tüm çevre halkı ona sığınırdı. Bilekli ve yürekliydi. Zaten hadisede o yüzden düşmedi mi? Halasının kocası askerdeyken halasına bir adam musallat olmuş. Cumali'ye haber salmış kadın.'' gel beni bu adamın elinden kurtar'' diye. O da bıçağı kaptığı gibi adamın peşine düşmüş. Ve bıçaklamış. Karınca bile incitmezdi ama, namusuna da düşkündü. Namusu için dünyayı yıkardı. Tabii Jandarmalar hemen tutuklayıp hapise atıyorlar. Bir kaç yıl yatıp çıkıyor. Çıkar çıkmaz da evleniyoruz. İşte o gün bugündür de namı ''Beyköylü Cumali'ye'' çıkıyor. Sonra evliyken askere çağırıyorlar. Sen o zaman 4 yaşındaydın. Hatırlamazsın, baban çok senden ayrı kaldığına üzülerek gitti askere. Hiç unutmam sabah erkenden kalkıp seni uyandırdı ve dakikalarca sarılıp sarılıp öptü.
''Bu çocuğa iyi bak ileride büyük adam olacak hanim'' diyerek tahta bavulunu alıp yola koyuldu Arkasından su döktük. Sen uykulu gözlerle babana el salladın. Neden sonra bir ağlamaya başladın ki susturabilene aşkolsun. İlle ''baba baba'' diye tutturmuştun. Komsular, akrabalar güçlükle susturdular seni. Her aksam seni ve ağabeyini alıp gezmeye götürürdü baban. Sen mi yoksa Sermet mi, bilemiyorum, geçmiş gün unutmuşum. Bir gün bir oyuncakçı dükkanında bir kamyon görmüşsünüz. Ayrılmak bilmemişsiniz dükkanın vitrininden. Çekiştirip duruyormuşsunuz babanızı ''kamyonu al'' diye. O gün Cumali eve geldiğinde yüzü sapsarı, gözleri öfkeden fırlayacak gibi... O dev yapılı adam adeta çocuk gibi ağlıyordu karsımda. Lanet ediyordu böyle hayata böyle yasamaya. Sizlere o kamyonu alacak parası olmadığı için sabaha kadar uyuyamadı. Sigara üzerine sigara yaktı. Gezinip durdu odanın içinde. Bir ara yanınıza gelip ikinizi de okşadı, saçlarınızdan. Ay ışığı tam Cumali'nin üzerine vurmuştu. Hani musluktan su damlar ya, iste öylece gözlerinden yaslar damlıyordu, yanaklarınız üzerine. Sizler ise mışıl mışıl uyuyordunuz. Bana dönüp ''su küçümenlere bak. Kim bilir belki de rüyalarında o kamyonu görüyorlardır simdi. Allah belasını versin bu kahpe dünyanın. Ahh! Sefil para. Rezil ettin beni be !'' ''Hadi yatsana artik Cumali Efendi. Yârin ola hayrola. Çocuktur onlar isterler. Ne üzüntü ediyorsun kendine'' O hala ''Niçin, niçin ?'' inliyor, haykırıyordu. Onu izlerken yüreğim parçalanıyordu. Benim de içimi bir hüzün kaplamıştı. İnsan bazen öyle oluyor ki, yoksulluğu unutuveriyor. Sanki Allah buyruğuymuş gibi her şeye razı gösteriyor. Ama çaresizliğe düştüğün zaman da isyan ediyorsun, yumruklarını havaya kaldırıp onulmaz acını göğe doğru yükseltiyorsun. İste böylesi bir garipliğimiz vardı Adana'da. Anamın nasirli ellerini iki elimin arasına almış öpüyordum. Tanrısal bir anlam kazanmıştı yüzü. Saçlarının ak telleri gözlerinin üzerine düşmüş, tere ve yanaklarındaki ıslaklığa yapışıp kalmıştı. O anda odaya ilk kızım Tuğba girmişti. Kucağında yığınla oyuncak vardı. Getirip hepsini odanın ortasına döktü. ''Allah bunlara yoksulluk göstermedi. Ey büyük Allah, sen ne kadar Kadirsin. Beni su yavrularımdan ayırma'' diyerek düveler etmeye başlamıştı rahmetli anam. O kadar büyük sarsıntı geçiriyordu ki, karsımdaki yaslı kadın bu duruma son vermek istiyordum. Ama o bir defa başlamıştı anlatmaya. Öyküyü yarıda kesmek adeta babama ihanet gibi geliyordu. Bir süre sustu. Tuğba’nın yanına giderek onu sevip okşamaya başladı... Dışarıda hafif bir rüzgâr vardı. Perdeler bayrak gibi dalgalanıyordu. Bir sigara yakıp pencereden dışarıya bakmaya koyuldum. Deniz gülüyordu adeta. Güneş aydınlattığı için, deniz de onun coşkun bir sevinç içindeki ışıklarını yansıttığı için mutluydular. Uzaktan anamla ( rahmetli ) kızıma bakıyordum. Biraz önceki o acılı yüzün nasıl sevince ve şefkate dönüştüğüne hayret ediyordum. Sürekli kucaklayıp öpüyordu babaanne torununu. Benim için ne kadar dokunaklı ve mutlu bir tabloydu. Seyrine doyum olmaz ilahi bir gösteriydi bu candan sarılış ve öpüşler. ''Şimdi baban yaşasaydı da görebilseydi şu kızı. Ne kadar çok severdi. Ahh ! Kör olasıca talih. Ona o bıçağı saplayan eller, iki dünyada da rahat yüzü görmez inşallah '' Tüm bunları söylerken dişlerinin çatırtısını duyuyordum. Geçip yerine oturdu. Eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı rahmetli annem. '' Ferdi gel de devam edeyim. Baban çok yiğit adamdı.'' Daha öncede dinlemiştim bunları. Artık dinlemek istemiyordum. Çünkü annemden kuşku duyuyordum. Kaygılandım. Birkaç kez önemsiz de olsa kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ayrıca bende çok bunalıyordum. Çünkü biliyordum ki, öykünün en acıklı bölümü başlayacaktı. Benim de yaşadığım ve gözlerimin önünden gitmeyen babamın hazin ölüm hikâyesini anlatacaktı. Kanlar içinde ve vücudu dört bir yandan bıçaklanmış babamı görür gibi oldum birden. Yüreğim sıkıldı, burkuldu. O ne olağanüstü bir manzaraydı. Ve ben o acıyı yeniden yaşayacaktım. Mecburdum buna. Annemi kırmak istemiyordum. Bağrıma taş basıp dinleyecektim. Çünkü nede olsa anlatılan babamdı ve anlatanda canım kadar sevdiğim annemdi
Sonradan annem anlatmıştı. Eğer ağabeyim Tayfur ölmeseymiş, belki de ben şimdi dünyada olmayacakmışım. Öylesine yoksul bir durumdaymış ki ailem o yıllar, beni doğurmak istememiş annem. Aldırmayı kafasına koymuş. Ama babam kendini içkiye vermiş oğlunun ölümü nedeniyle. Ve anam da o ızdırapla beni karnında unutmuş. Zorunlu olarak doğduğum zamanda, ölen oğullarının adının önüne bir Ferdi eklenmiş, şimdiki kimliğime kavuşmuşum.
Altı yaşındayken babamı kaybettim. 29 yaşındaki ''Beyköylü Cumali '' beni, 3 kardeşimi ve annemi terk edip göçtü bu dünyadan. Şimdi hayal meyal anımsıyorum babamı. Ve hiç aklımdan çıkmıyor o dev yapılı efsane kahramanı babam. Özlüyorum ve sık sık rahmetli annemden, henüz tanıyamadığım babamın öyküsünü dinlemek istiyorum. Ama ilk sözcüklerle birlikte ağlamaya başlıyor. Sonra pişman oluyorum annemi üzdüğüm için. ''Dur anlatma anam ağlama söz bir daha babamı sormayacağım sana'' diyorum. Bir yandan hıçkırıklara boğulan anam, yinede susmak bilmiyor ve kesik kesik cümlelerle başlıyor ''Beyköylü Cumali'nin'' öyküsünü dile getirmeye: ''Baban toprağı olmayan, cebinde beş parasız bir köylüydü. Birbirimizi delicesine severek evlendik. Hapisten henüz çıkmıştı. Bir düğün gecesinde göz göze geldik ve beni istetti. O denli mert bir insandı ki, tüm çevre halkı ona sığınırdı. Bilekli ve yürekliydi. Zaten hadisede o yüzden düşmedi mi? Halasının kocası askerdeyken halasına bir adam musallat olmuş. Cumali'ye haber salmış kadın.'' gel beni bu adamın elinden kurtar'' diye. O da bıçağı kaptığı gibi adamın peşine düşmüş. Ve bıçaklamış. Karınca bile incitmezdi ama, namusuna da düşkündü. Namusu için dünyayı yıkardı. Tabii Jandarmalar hemen tutuklayıp hapise atıyorlar. Bir kaç yıl yatıp çıkıyor. Çıkar çıkmaz da evleniyoruz. İşte o gün bugündür de namı ''Beyköylü Cumali'ye'' çıkıyor. Sonra evliyken askere çağırıyorlar. Sen o zaman 4 yaşındaydın. Hatırlamazsın, baban çok senden ayrı kaldığına üzülerek gitti askere. Hiç unutmam sabah erkenden kalkıp seni uyandırdı ve dakikalarca sarılıp sarılıp öptü.
''Bu çocuğa iyi bak ileride büyük adam olacak hanim'' diyerek tahta bavulunu alıp yola koyuldu Arkasından su döktük. Sen uykulu gözlerle babana el salladın. Neden sonra bir ağlamaya başladın ki susturabilene aşkolsun. İlle ''baba baba'' diye tutturmuştun. Komsular, akrabalar güçlükle susturdular seni. Her aksam seni ve ağabeyini alıp gezmeye götürürdü baban. Sen mi yoksa Sermet mi, bilemiyorum, geçmiş gün unutmuşum. Bir gün bir oyuncakçı dükkanında bir kamyon görmüşsünüz. Ayrılmak bilmemişsiniz dükkanın vitrininden. Çekiştirip duruyormuşsunuz babanızı ''kamyonu al'' diye. O gün Cumali eve geldiğinde yüzü sapsarı, gözleri öfkeden fırlayacak gibi... O dev yapılı adam adeta çocuk gibi ağlıyordu karsımda. Lanet ediyordu böyle hayata böyle yasamaya. Sizlere o kamyonu alacak parası olmadığı için sabaha kadar uyuyamadı. Sigara üzerine sigara yaktı. Gezinip durdu odanın içinde. Bir ara yanınıza gelip ikinizi de okşadı, saçlarınızdan. Ay ışığı tam Cumali'nin üzerine vurmuştu. Hani musluktan su damlar ya, iste öylece gözlerinden yaslar damlıyordu, yanaklarınız üzerine. Sizler ise mışıl mışıl uyuyordunuz. Bana dönüp ''su küçümenlere bak. Kim bilir belki de rüyalarında o kamyonu görüyorlardır simdi. Allah belasını versin bu kahpe dünyanın. Ahh! Sefil para. Rezil ettin beni be !'' ''Hadi yatsana artik Cumali Efendi. Yârin ola hayrola. Çocuktur onlar isterler. Ne üzüntü ediyorsun kendine'' O hala ''Niçin, niçin ?'' inliyor, haykırıyordu. Onu izlerken yüreğim parçalanıyordu. Benim de içimi bir hüzün kaplamıştı. İnsan bazen öyle oluyor ki, yoksulluğu unutuveriyor. Sanki Allah buyruğuymuş gibi her şeye razı gösteriyor. Ama çaresizliğe düştüğün zaman da isyan ediyorsun, yumruklarını havaya kaldırıp onulmaz acını göğe doğru yükseltiyorsun. İste böylesi bir garipliğimiz vardı Adana'da. Anamın nasirli ellerini iki elimin arasına almış öpüyordum. Tanrısal bir anlam kazanmıştı yüzü. Saçlarının ak telleri gözlerinin üzerine düşmüş, tere ve yanaklarındaki ıslaklığa yapışıp kalmıştı. O anda odaya ilk kızım Tuğba girmişti. Kucağında yığınla oyuncak vardı. Getirip hepsini odanın ortasına döktü. ''Allah bunlara yoksulluk göstermedi. Ey büyük Allah, sen ne kadar Kadirsin. Beni su yavrularımdan ayırma'' diyerek düveler etmeye başlamıştı rahmetli anam. O kadar büyük sarsıntı geçiriyordu ki, karsımdaki yaslı kadın bu duruma son vermek istiyordum. Ama o bir defa başlamıştı anlatmaya. Öyküyü yarıda kesmek adeta babama ihanet gibi geliyordu. Bir süre sustu. Tuğba’nın yanına giderek onu sevip okşamaya başladı... Dışarıda hafif bir rüzgâr vardı. Perdeler bayrak gibi dalgalanıyordu. Bir sigara yakıp pencereden dışarıya bakmaya koyuldum. Deniz gülüyordu adeta. Güneş aydınlattığı için, deniz de onun coşkun bir sevinç içindeki ışıklarını yansıttığı için mutluydular. Uzaktan anamla ( rahmetli ) kızıma bakıyordum. Biraz önceki o acılı yüzün nasıl sevince ve şefkate dönüştüğüne hayret ediyordum. Sürekli kucaklayıp öpüyordu babaanne torununu. Benim için ne kadar dokunaklı ve mutlu bir tabloydu. Seyrine doyum olmaz ilahi bir gösteriydi bu candan sarılış ve öpüşler. ''Şimdi baban yaşasaydı da görebilseydi şu kızı. Ne kadar çok severdi. Ahh ! Kör olasıca talih. Ona o bıçağı saplayan eller, iki dünyada da rahat yüzü görmez inşallah '' Tüm bunları söylerken dişlerinin çatırtısını duyuyordum. Geçip yerine oturdu. Eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı rahmetli annem. '' Ferdi gel de devam edeyim. Baban çok yiğit adamdı.'' Daha öncede dinlemiştim bunları. Artık dinlemek istemiyordum. Çünkü annemden kuşku duyuyordum. Kaygılandım. Birkaç kez önemsiz de olsa kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ayrıca bende çok bunalıyordum. Çünkü biliyordum ki, öykünün en acıklı bölümü başlayacaktı. Benim de yaşadığım ve gözlerimin önünden gitmeyen babamın hazin ölüm hikâyesini anlatacaktı. Kanlar içinde ve vücudu dört bir yandan bıçaklanmış babamı görür gibi oldum birden. Yüreğim sıkıldı, burkuldu. O ne olağanüstü bir manzaraydı. Ve ben o acıyı yeniden yaşayacaktım. Mecburdum buna. Annemi kırmak istemiyordum. Bağrıma taş basıp dinleyecektim. Çünkü nede olsa anlatılan babamdı ve anlatanda canım kadar sevdiğim annemdi
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Salı Mart 23, 2010 11:26 am tarafından bayturk
» Doğum öncesi ve sonrası dua
Salı Mart 23, 2010 11:24 am tarafından bayturk
» Nazar Duası
Salı Mart 23, 2010 11:22 am tarafından bayturk
» Ağlayan Çocuklar için Dua
Salı Mart 23, 2010 11:21 am tarafından bayturk
» Üzüntüyü ve stresi giderme duası
Salı Mart 23, 2010 11:20 am tarafından bayturk
» Zehirli hayvan ısırmalarına karşı dua
Salı Mart 23, 2010 11:19 am tarafından bayturk
» uyuyamayan birinin edeceği dua
Salı Mart 23, 2010 10:36 am tarafından bayturk
» Büyüden kurtulmak için
Salı Mart 23, 2010 10:22 am tarafından bayturk
» BÜYÜ ÇEŞİTLERİ VE KORUNMA YÖNTEMLERİ
Salı Mart 23, 2010 10:20 am tarafından bayturk